16 Eylül 2013 Pazartesi

Din Annemi Mahvetti !













Din Annemi Mahvetti !

Annem, Günseli Güler Şengör 7 Şubat 2012 tarihinde öğleden sonra bir akciğer embolisi sonucu hayata gözlerini yumdu. Böylece, 17 Mayıs 1933’te İstanbul’da başlayan bir hayat, gene İstanbul’da, hem de çok sevdiği babası Mehmet Nuri Sipahioğlu’nun (1894-1969) Yanya’dan göçmen geldiği ve adeta bir aşkla bağlandığı Yeşilköy’de son buldu. Hem babası, hem de annesi Kudret Hanım (1903-1969) annemle babamın en son oturdukları köşkün önünde uzanan Saadetli Sokak’ın demiryolu kısmındaki (No:1) son büyük köşkünü oluşturan evlerinde 48 gün arayla vefat etmişlerdi.

Annemin Ardından...

Annem üç çocuğun ek küçüğüydü ve tek kız çocuktu. Bu nedenle ve çocukluğunda geçirdiği ağırca bir eritema nodozum hastalığı dolayısıyla şımartılmış, bunun neticesi olarak da kendi arzusuyla Amerikan Kız Koleji’nin ilk sınıfından (ama iyi bir İngilizce öğrendikten sonra) ayrılmıştı. Her iki ağabeyi gibi iyi bir kulağı ve taklid yapma kabiliyeti vardı. Bu nedenlerle ve küçüklüğünden beri üç dilli olarak büyüdüğü için (Türkçe, Rumca, Almanca) İngilizceyi kolay öğrenmiş ve yaşamı boyunca da rahatlıkla kullanmıştı. İyi piyano çalardı. Ben küçükken bana dedemin köşkünün büyük avizeli salonunda bulunan piyanoda Liszt ve Chopin’den parçalar çaldığını hatırlarım, bilhassa Romantikler ve Beethoven en çok sevdiği bestekârlardı. Gençken iyi örgü de örerdi. Sonra hem piyanoyu hem de örgüyü bıraktı.

Genç kız olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gönüllü hemşirelik kursuna katılmış ve bu arada tıbbı çok sevmişti. Ömrü boyu okuyup doktor olamadığına yanardı. Bu bilgisi rahmetli babasına uzun yıllar hemşire olarak bakarken kendisine çok faydalı oldu. Evde görevlendirilen diğer iki hemşireyle birlikte büyük bir ciddiyet ve bilimsellikle tuttuğu defterleri, dedemin ölümünden sonra rahmetli Ord. Prof. Dr. Arif İsmet Çetingil derslerde kullanmak için kendisinden rica ederek almıştı. Eli de maharetliydi. Bir keresinde, tansiyonu ani olarak fırlayan yatalak babasının elinin bilek damarlarını bizzat kesmek zorunda kalmış ve bunu büyük bir soğukkanlılık ve beceriyle yapmıştı. İş bittikten sonra da yan odada düşüp bayılmış. Ama acil durum bertaraf edilene kadar soğukkanlılığını ve maharetini kaybetmemiş.

Dedemin ve anneannemin vefatı ve onu müteakiben geniş aile içinde gelişen bazı problemler karşısında duyduğu üzüntü annemi hem kendi içine kapanmaya itti hem de bir aile dostunun etkisiye tasavvufî düşünceye döndürdü. Annem özellikle Mevlevîihayranı oldu. Ama bu hayranlık Mevlevi düşüncesini anlamaya çalışmanın sebebi olmaktan ziyade bir kaçıştı. Dine olan bağlılığı da arttı. O zamana kadar neşeli ve becerikli bir insan olan annem o andan itibaren giderek ve sürekli olarak çöktü ve nihayet kendi vücudu iflas etti. Dinin bir insanı nasıl mahvedebileceğinin annemden daha güzel bir örneğini görmedim diyebilirim. Dünyada olmayan bir ilahi adaleti aradı ve bulamadıkça giderek daha çok bedbaht oldu. Üstün zekâsı, onun bu dünya merkezli düşünmekten asla vazgeçmemesini sağlamıştı. Dindarlığı galiba biraz Pascal’ınki gibiydi.

Benim yetişmemde annemin son derece olumlu etkileri olmuştur. Her şeyden önce bana olan sevgisini gizlemez, her şeyi yapabileceğimden emin olduğu hissini hep verirdi. El attığım her konuda başarılı olacağım onca tabii bir şeydi ve bunu beklediğini saklamazdı. Bana Alman mürebbiye tutuldu ve hem Almancayı hem de Alman kültürünü (Grimm masalları vs) öğrenmem sağlandı. Annem iyi Almanca bildiği için onunla konuşabiliyordum. En iyi okullarda okudum. Babamla birlikte belki de yaptıkları tek yanlış, beni Şişli Terakki’nin ilkokuluna göndermiş olmaktı diyebilirim. Oradan beşinci sınıftayken kovuldum ve çok daha iyi bir okul olduğunu keşfettiğim ve bir zamanlar annemin kendisinin de gitmiş olduğu Bayezit Deneme İlkokuluna verildim.

Ortaokul için beni bütün meşhur okulların imtihanlarına soktular, hiçbirini kazanamadım ve Işık Lisesi’ne verildim. Bu başarısızlık üzerinde evde hiç ama hiç durulmadı ve derhal unutuldu (ve bana unutturuldu). Işık Lisesi’nde Nuriye Güneyi, Ziya Efe, Erkan Eren gibi muhteşem hocalarım oldu ve annem ve babam bu hocalarımla dostça ilişkiler kurdu. Bana okul dışı hem özel hoca tutuldu hem de evde bir laboratuvar kurmama izin verildi. Oradan Robert Kolej’e geçmem annemi çok memnun etti. Orada da bir akşam sarhoş olmaktan yatılılıktan atıldım ama annem ve babam ‘ayıp etmişsin’in ötesinde bir şey demediler.

Liseden sonra annem Almanya’ya giderek mürebbiyenin başladığı işi bitirmemi, ve Alman kültürünü iyice öğrenmemi, ondan sonra Amerika’ya gitmemi istedi. Bunun ne kadar yerinde bir istek olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Ben hem Avrupa hem de Amerikan kültürlerini yerinde ve iyi öğrenerek büyüdüm. Bana yapılan muamelenin verdiği kendine güvenin ise hayattaki başarımda temel rolü olduğu muhakkaktır. Anam ve babam kısmen bilinçli, kısmen de yer ve zamanın tesadüflerinin etkisiyle bana verebilecekleri en iyi eğitimi vermişlerdir. Annem Zincirlikuyu’da mezarına konur ve herkes dua ederken, kendisine olan şükran hislerim aklımdan geçti. Umarım Oya ve ben de bu dünyadan göçtüğümüzde Asım’ı arkamızda benzer düşüncelerle bırakabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder