11 Ekim 2013 Cuma

Celal Şengör

Bilim Teknik 27.09.2013
ZÜMRÜTTEN AKiSLER
A. M. Celal Şengör

Pek çok tarihçi dostumla üzerinde hiç tartışmadan anlaştığım konuların başında, Fatih Sultan Mehmet’in en büyük Osmanlı padişahı olduğu gelir. Fatih bence Osmanlı ailesinin yetiştirdiği tek dâhidir. Gerçi eski ve yeni pek çok ikinci sınıf Osmanlı tarihçisi önüne gelen padişaha bu sıfatı yakıştırmayı sever, ama kendilerine bu dehânın nasıl tezahür ettiğini sorduğunuzda pek verecek cevapları olmaz. Ön Asya Türk tarihi maalesef Fatih ile Atatürk arasında dâhi yetiştirmedi.

Ah Fatih Yerinden Bir Kalkabilse!
Ama milletçe Fatih’i de tanıdığımız söylenemez. Geçenlerde büyük Alman şarkiyatçısı Emil Jacobs’un ölümünden 9 yıl sonra yayımlanabilmiş, Fatih’in kitapları hakkında yarım kalmış bir makalesini okurken, son cümlenin gözlerimi yaşarttığını söylemeliyim. Jacobs 21 yaşındaki sultanın kendi kütüphanesi için Bizans koleksiyonlarından seçtiği eserleri tanıttığı eserini şu cümlede bırakmış: “Burada, içerikleri, son Paleologların yıkılmış imparatorluk toplumu için artık ölü olan kodeksleri değil, yaşam nefesi veren, ileride yapılacak şeyler için besin sağlayan, bilgi ve şöhret heyecanı uyandıran el yazmalarını görüyoruz. Bunlar II. Mehmed’in bize hediye ettiği, kendisinin de eski Yunanlı yazarların tekrar keşfine ve ayağa kaldırılmalarına, Rönesansın insanlığa bahşettiği mutluluk ve varlığa katkısının olduğunun yaşayan şahitleridir.” Bu sözlerin 21 yaşında Müslüman bir gencin 500 yıl sonra ardından yazıldığını unutmayınız. Büyük bilim adamı Jacobs, Fatih’in kendi kütüphanesi için seçtiği kitapların özelliklerini şöyle özetliyor: 1) Fatih, din kitapları toplamamıştır, 2) Fatih en yeni eserleri elde etmeye çalışmıştır. Kütüphanesi hemen tamamen 15. yüzyılda yazılmış veya kopyalanmış eserlerden oluşmaktadır. Jacobs’a göre büyük padişahımızın kütüphanesinden elimizde ne yazık ki sadece 50 kadar kitap kalmıştır ki, bunların 42’si Yunancadır. Bunlar arasında sadece 5 tanesi din kitabıdır: 1 İncil pasajları içeren dinsel tören kitabı, 1 gene İncil pasajlarından oluşan dua kitabı, 2 tane Zebur tefsiri. Bunların hepsi 13. ve 14. yüzyıllardandır. Bir de son derece kıymetli, 12. yüzyıldan kalma bir Eski Ahit sekizlemesi. Geri kalan 37, konularına göre şöyle dağılıyor: 3 şair: Homeros, Hesiodos, Pindaros (ilk ikisinin hemen tüm Yunan putperest kültürünün, yani insan uygarlığının, temeli olduğunu hatırlayalım). 8 tane Yunanca gramer kitabı ve sözlük. Sözlüklerin ikisi Yunanca-Latince. Ptolemaios’un coğrafyasını bulan ve yayınlayan büyük Bizanslı bilim adamı Maksimos Planudes tarafından yorumlarıyla birlikte yayımlanmış Esop’un masallarını içeren bir okul kitabı. 1 atasözleri kitabı, Pitagor vs. 2 cilt Aristoteles. 1 adet taşların esrarlı özellikleri üzerine yazılmış kitap (zamanın mineralojisi). 1 büyü kitabı. Hippokrat’ın, Galen’in, Mikhael Psellos ve bazı diğer yazarların eserlerini içeren 1 tıp cildi. Cassianus Bassus tarafından 10. yüzyılda yazılmış 1 tarım kitabı. Oppianos’un balıkların yaşamı ve balıkçılık üzerine bir eseri. Arrian’ın meşhur Anabasis’i, yani İskender’in büyük Asya seferinin tarihi ve gene aynı yazarın Hindistan (Indike) adlı eseri. Ksenofon’un Pers İmparatoru Büyük Kiros’un hayatını konu edinen Kiropedia’sı. Polibios’un tarihinin ilk 5 kitabı. Kantakuzen’in 1320-1356 tarihleri arasını kapsıyan tarih kitabı. Konstantinopolis’in oluşumunu anlatan Patria Konstantinupoleos adlı eser.Roma ve Bizans imparatorlarının yaşamlarını anlatan 1 cilt. Komnenos imparator ailesini anlatan 1 cilt. Kristobulos’un Sultan II. Mehmet tarihinin bilinen tek kopyası. 4 adet astronomi ve matematik kitabı: Bunlar arasında son derece kıymetli bir Öklid el yazması, buhar makinesinin mucidi İskenderiye’liHeron’un Metrika’sı, Ptolemaios’un coğrafyası. Buondelmonte’nin Isolaria’sının (Adalar: bu kitap Ege hakkındadır) dünyadaki tek Yunanca tercümesi. Askeri bilimlere üç ait eser. Diogenes Laertius’un Yunan filozoflarının yaşamlarını anlattığı eseri. Bizans’ın mücevherlerle kaplı din kitaplarına el bile sürmemiştir Fatih.

Onların kendisinin yapmak istediği işler için beş paralık değerlerinin olmadığını biliyordu. Fatih’in kütüphanesindeki kitaplar diye eserler yazılmıştır bu ülkede, bu saydıklarıma hiç değinmeyen. Saçma sapan Fetih Müzelerinde yobaz/çapulcu karışımı olarak çocuklarımıza sunduğumuz Fatih işte aslında burada kısacık bir makalede Jacobs’un bize takdim ettiği modern, bilimsel düşünen, entelektüel zevkleri Avrupa’yı tamamen kucaklayan, doğa bilimlerinden tarihten, ama her türlü tarihten ders çıkarmaya çalışan, uygarlığın dilleri olan Yunanca ve Latinceyi öğrenmek isteyen devdir. Ey Orta Çağ kafası: Çocuklarımıza kakaladığın Fatih gerçek Fatih değildir! Ama ne yazık ki büyük dâhi yerinden kalkıp o koca şâhî topunu senin zırvalıklarına doğrultamıyor. İlkokula üç din dersi koyan kafa: Rumeli Hisarı’nın önünden geçerken dikkat et: Kim bilir, oradaki küçük toplardan biri birden ateş alabilir! Alırsa bunu kim ateşledi diye de sorma. Cevabı Jacobs’un makalesindedir.



www.celalsengor.com

4 Ekim 2013 Cuma

Bir Toplumun Çöküşünü Üniversite Tercihlerinde İzlemek

Bir Toplumun Çöküşünü Üniversite Tercihlerinde İzlemek

Bir Toplumun Çöküşünü Üniversite Tercihlerinde İzlemek Gazete haberlerine göz atarken, üniversiteye giren öğrencilerin fizik, kimya, jeoloji, biyoloji gibi temel bilimleri hemen hiç tercih etmediklerini okudum. Bu, şu demektir: Toplumumuzdaki gençler, parazit olarak yaşamayı tercih etmekteler, zira tüm diğer üniversite branşlarının temsil ettiği meslekler bu tercih edilmeyenlerin ürettikleri bilgilere dayanır. Elinden cep telefonunu düşürmeyen zat, fizik olmadan bunu yapabilir miydi? Hastalandığında ilaç isteyen, güzelliğinin derdine düştüğü zaman makyaj malzemesi arayan, bulaşığını yıkarken deterjan kullanan, kimya olmadan bunları nasıl yapacak?

Almanya bizden giden üzümlerin içindeki kimyasalları görünce ödü patlamış. Doğaya bu tür müdahalelerde doğru yolu bize biyolog olmadan kim gösterecek? Tarımda bir hastalık bazan bir ürünü öyle bir yok eder ki, o ürüne tekrar kavuşabilmek için tohumlarını veya fidanlarını başka yerlerden gidip almak gerekir. Bu tür işlerin ülkemizdeki diğer bitkilere zarar vermeden, hayvan dengesini bozmadan yapılmasına biyologsuz mu karar vereceğiz?

Ya jeoloji? Su ararken jeoloji lazım, petrol veya gaz ararken jeoloji lâzım, yapı malzemesi ararken ve işletirken jeoloji lazım, baraj yaparken, maden çıkarırken, iklim değişmelerini izlerken, sele, heyelâna karşı tedbir alırken jeoloji lazım. Ya deprem???

Bir ülke düşünün ki, yukarıda saydıklarımın hepsi konusunda kafa yormak zorunda ama gençleri jeolog olmak istemiyor. Onun yerine diyor ki, ben rahat rahat işyerimdeki masamda oturayım, birileri bunları benim için yapsın. Tabiî birileri bunları yapar. Ama bir gün gelir sizi de o koltuğunuzdan sepetler ve birden kendinizi onun hizmetkârı olarak buluverirsiniz.

Muhterem hocam ve sevgili dostum Prof. Doğan Kuban yazılarında sürekli, cahiller ülkelerinin sömürge ülkeleri olduğunu işliyor ve bilhassa Müslüman dünyasındaki cehaletin altını çiziyor. Altı çizilen cehaletin en büyük kısmı işte bu fizik, kimya, biyoloji ve jeoloji cehaletidir. Buna içinde oturulan evi tanımama cehaleti de diyebiliriz, zira bu bilim dalları bize içinde yaşadığımız dünyayı tanıtan bilimlerdir. 
Devamı için www.celalsengor.com ziyaret edin

2 Ekim 2013 Çarşamba

Celal Şengör



Gün Sonu Programında (Bilim,Evrim,Din,Laiklik)


Daha fazla video için celalsengor.com ziyaret edin.

Celal Şengör

Celal Şengör hocayı tanırsınız. Papyonu ile ünlü tonton bir yerbilimcidir kendisi. Bütün kariyerini jeoloji üzerine yapmış bir bilimadamıdır. Son dönemde tipik bir Türk bilim adamı hastalığına yakalanmış ve pornodan evrim teorisine kadar her konunun uzmanı olmuştur.
Zekeriya Beyaz gibi porno izlediğini itiraf eden hatta faydalarından bahseden bir deprem uzmanıdır.
Generallerle telefonda konuşurken oturamadığını, “rahat” denilene kadar hazırolda dinlemeyi tercih ettiğini açıklayan asker ruhlu, sivil bir bilim adamımızdır.
“Türban üniversiteye girerse üniversitenin kapılarını tamamen kapatırız!” diyecek kadar başörtüsüne düşmandır.
Harp Okulu’nda yeni yılın açılış yılında yaptığı konuşmada, milleti de milleti yönetenleri de cahil ilan etmiş, askerin de Türkiye’nin en eğitimli zümresi olduğunu söylemiş bir jakobendir.
“Bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur” gibi bir talihsiz cümle de kendisine aittir.
Alanı olmadığı halde yıllardır sabırla, evrim teorisinin bilimsel bir teori olduğunu anlatır durur. En son izlediğimde İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır’ı ve stüdyodaki seyircileri evrim teorisine ikna etmek için maymun taklidi yapıyordu.
Hakkını yemeyelim. Keyifli biridir ve konuştuğu zaman sıkmaz, kendisini dinletir.
Cumhuriyet Bilim Teknik’teki köşesinde bu hafta “Ateizmin Tanrı fikrinden daha tutarlı olduğunu” demiş ve eklemiş “Tutarlılığın olmadığı yolun ucunda ise Marksizmin ve dinlerin vaat ettiği cennet değil, tımarhane vardır.”
Hem militarist hem de ateist yani…
Elbette kimse Allah’a inanmak zorunda değil. İnsanlar her konuda olduğu gibi dini konularda, hakaret etmeden, iftira atmadan fikirlerini özgürce söyleyebilmeli.
Ancak Tanrı’nın olmadığını böyle mantık hataları ile dolu argümanlarla savunmaya çalışmak, dünyaca ünlü olduğunu iddia eden bir bilim adamına yakışmıyor.
“Allah’ı kim yarattı” sorusunun tek Tanrılı dinlerde yasaklandığını iddia eden Celal Şengör, sanırım artık derinliği olmayan bu klişeleşmiş sorunun liselerde bile sorulmadığını bilmiyor.
Celal Hoca, bir Kur’an meali alıp İhlas Suresi’ni okusaydı bu soruyu sormazdı. Bu soruyu Cumhuriyet okurlarına değil bir herhangi bir lise öğrencisine sorsaydı ebedi ve ezeli olan bir kudret için, “kim yarattı” sorusunun sorulmayacağını kendisine açıklardı.
Ayrıca “Allah’ı kim yarattı” sorusunun İslamda yasak olduğunu Celal Şengör’e kim söyledi merak ediyorum. Eğer yasak olsaydı Kur’an’da bu soruya cevap verilmezdi.
Celal Şengör’ün sonsuzluk kavramı hakkında söylediklerine de takıldım. Nedense, evrenin sonsuzluğu ile Tanrı’nın sonsuzluğunu birarada düşünemiyor. Bizden evrenin ve zamanın sonsuz olduğunu anlamamızı beklerken, zamandan ve mekandan münezzeh olan, başlangıcı ve sonu olmayan Allah’ın varlığını inkar etmemizi istiyor.
Tanrıtanımaz insanlara genellikle inançsız denir. Oysa Celal hoca inançsız değildir. Çünkü “Tanrı’nın yokluğuna” inanmaktadır. Tanrı’ya inanmak nasıl bir iman gerektiriyorsa, yokluğuna inanmak da bir iman gerektirir. Gerçek bir bilim adamı agnostik yani kuşkucu olması gerekir. Tanrı’nın varlığı ile ilgili kendisine bir soru yöneltildiğinde en fazla “Bu konuda bir fikrim yok, bilemem” diyebilir. Çünkü varlığını inkar ettiği kudret, zamanın, mekanın ve algıların çok ötesindedir.
Celal hoca da çok iyi biliyor ki artık bilim dünyası ateizmi değil teizmi yani Allah inancını destekliyor. Yakın geçmişte bilim çevrelerinden “İnsanlar niçin Tanrı’ya inanıyor” diye sorulurken, günümüzde “İnsanlar niçin ateist olur” diye soruluyor ve bu motivasyonu etkileyen unsunlar inceleniyor.
Dünyanın hemen her ülkesindeki kitapçılarda başta fizik olmak üzere bilimin her dalı ile ilgilenen bilim adamlarının Tanrı’nın varlığını kabul eden kitaplarına rastlarsınız. Dünyanın en ünlü ateist düşünürlerinden biri olan Anthony Flew’ün, 2004 yılında, evrendeki tasarım örneklerinin kendisini Tanrı’nın varlığına götürdüğünü açıklaması, bunun en yakın örneğidir.
İnsanların Allah’a inanmaları şüphesiz kültürel ve psikolojik bir tercihtir. Ancak bunun akli dayanakları da vardır. Celal Şengör hoca ise sanırım imanı “hiçbir kanıt aramadan körü körüne inanmak” olarak algılamaktadır. Oysa İslamiyetin çok önem verdiği kelam ilminin örneklerini biraz inceleseydi islamiyetin “iman” derken körü körüne inanmayı değil akılcı kanıtlar görerek ikna olmayı kast ettiğini anlardı.
Celal Hoca, 2012 yılında başörtülülerden uzak, bilime yakın olsun!…
Celal Şengör
Celalsengor

30 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Bilim Adamının Serüveni


Avrupa Bilimler Akademisi’nin ve Amerikan Bilimler Akademisi’nin ilk Türk üyesi, Rus Bilimler Akademisi’ne Fuat Köprülü’den sonra seçilen ikinci Türk, Türkiye Bilimler Akademisi’nin en genç kurucu üyesi, TÜBİTAK Bilim Ödülü kazanan en genç bilim adamı… İki şeref doktorası, Paris’te Collège de France’da profesörlük, ulusal ve uluslararası otuz bir adet şeref payesi ve ödül… Jeolog Prof. Dr. A.M. Celâl Şengör’ün sıfat ve ödüllerinin bir kısmı. Şimdilik... Neden dünyanın en saygın akademisyenlerinden biri olarak kabul ediliyor, sorusunun cevaplarından bazıları: Şerit kıtaların dağ kuşaklarının yapısına etkisini ortaya koydu ve Kimmer Kıtası adını verdiği bir şerit kıta keşfetti, Orta Asya’nın jeolojik yapısını ortaya çıkardı, Kıta-kıta çarpışmasının ön ülkeleri nasıl etkilediği meselesini çözdü, Levha tektoniği içinde Türkiye’nin yerini değerlendiren ve atıf klasiği haline gelen bir makale yazdı (Yücel Yılmaz ile birlikte)

Celal Şengör hakkında daha falza bilgi için celalsengör.com

Celal Şengör’den Müthiş Yazı!

Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır.

Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika’dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (Çünkü Avrupalı dünyayı keşfederken, muhteşem (!) padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis’in kafasını vurdurmaktadır).

O Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu’da medrese o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci haydutluğa başlamıştır (buna softa şekâveti denir). Avrupa’da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman devrinde aldığı gibi (I.Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çıkışımızda mini mini Portekiz’den sopayı yiyip Kızıldeniz’e veya Basra Körfezi’ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Gene onun zamanında dünya keşfedilirken, Hint Okyanusu’na kadırga denen sandallarla açılan ve 1554′te Hindistan’da karaya vuran büyük (!) bir amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan’dan Edirne’ye gelmiş ve meşhur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı. El alemin dünyayı öğrendiği bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence partilerini anlatmaktan başka tek bir detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı.

Büyük (!) Sultanımız Süleyman’ın Fransa kralı I. François’yı hapisten bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François’nın kurduğu Collège de France bugün dünyanın en önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu?

Tek becerdiği kalıcı şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa’yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak oldu.

Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk’ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz? Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz. Artık yeter! Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.



Celal Şengör hakkında detaylı bilgi için celalsengor.com ziyaret edin.


25 Eylül 2013 Çarşamba

Bir Toplumun Çöküşünü Üniversite Tercihlerinde İzlemek

Bir Toplumun Çöküşünü Üniversite Tercihlerinde İzlemek Gazete haberlerine göz atarken, üniversiteye giren öğrencilerin fizik, kimya, jeoloji, biyoloji gibi temel bilimleri hemen hiç tercih etmediklerini okudum. Bu, şu demektir: Toplumumuzdaki gençler, parazit olarak yaşamayı tercih etmekteler, zira tüm diğer üniversite branşlarının temsil ettiği meslekler bu tercih edilmeyenlerin ürettikleri bilgilere dayanır. Elinden cep telefonunu düşürmeyen zat, fizik olmadan bunu yapabilir miydi? Hastalandığında ilaç isteyen, güzelliğinin derdine düştüğü zaman makyaj malzemesi arayan, bulaşığını yıkarken deterjan kullanan, kimya olmadan bunları nasıl yapacak? 

Almanya bizden giden üzümlerin içindeki kimyasalları görünce ödü patlamış. Doğaya bu tür müdahalelerde doğru yolu bize biyolog olmadan kim gösterecek? Tarımda bir hastalık bazan bir ürünü öyle bir yok eder ki, o ürüne tekrar kavuşabilmek için tohumlarını veya fidanlarını başka yerlerden gidip almak gerekir. Bu tür işlerin ülkemizdeki diğer bitkilere zarar vermeden, hayvan dengesini bozmadan yapılmasına biyologsuz mu karar vereceğiz? 

Daha fazlası için tıklayın

www.celalsengor.com/makaleler